Galeriye girmek için
fotoğrafa tıklayınız


Ölüm Üzerine...

Son zamanlarda medyada ölüm üzerine, birçok yazı gözüme çarptı. Bu yazıların çoğu hezeyan şeklindeydi, ölüm korkusu hezeyanları... Ben de uzun zaman önce bu konu üzerine düşünüp Lucretius’un söylediği gibi “ben varken ölüm yok, ölüm varken ben yokum” şeklinde bir sonuca ulaşıp konuyu kapatmıştım. Şimdi bu düşüncelerden bazılarını paylaşmanın zamanı geldi sanırım.

Öncelikle kendimizi çok önemli ve vazgeçilmez olarak görmenin getirdiği hezeyanlar bunlar. Halbuki şu uçsuz bucaksız evrende kim bilir kaç milyarıncı canlıyız yaşam süresini tamamlayan ve son’a ulaşan…
Bence, entelektüeller için asıl sorun ölmek değil ölememek olmalıdır. Düşünebiliyor musunuz ebedi bir hayatın ne kadar yaratıdan (yaratıcılıktan) uzak, sıkıcı ve anlamsız olabileceğini.
Üstelik durumu ilahi adalet açısından değerlendirirsek bu dünyadaki en adil çözümdür “ölüm”. İnsanlara yaşam torpili yapılabilen bir dünyada yaşasaydık, bazılarımız uzun bir yaşam için seçilirken bir kısmımız ölüme mahkum edilseydi (burada politik adaletsizlikleri lütfen devreye sokmayalm), işte dayanılmaz olan bu olurdu zannımca.
Ölüm olayıyla ilgili en önemli konu ölüme giden yolda acı çekip çekmediğindir. Bunun ötesi -yani ölüm olayı- zaten insanın yaşama piyangosunu kazanıp dünyaya gelmesiyle kabul etmiş olması gereken bir olgudur.
Ölümü tarihsel konumu içinde çok daha asil bir yere oturtmak da mümkün. Şöyle ki; ölümü yaptığın işin bedeli olarak görmek insanı özgürleştiren bir durumdur da...
Seçtiği eylem biçimiyle dünyada yaşanan kötülüklere savaş açan Rus anarşist Voinarovsky bu özgürleşmenin en çarpıcı örneğini sergiler: "Yüzümde bir tek kas bile kıpırdamadan, tek bir söz etmeden çıkacağım darağacına -ve bu kendime yönelttiğim bir şiddet eylemi olmayacak- şimdiye dek yaşayıp geldiğim her şeyin son derece doğal sonucu olacak."
Kendini bilen her insan zamanı gelince bu dünyadan onuruyla çekip gitmesini bilmelidir. Bunu beceremeyenler için de Emily Dickinson’a kulak verelim:
Because I could not stop for Dead
He kindly stopped for me
The Carriage held but just Ourselves
And Immortality.

We slowly drove –He knew no haste
And I had put away
My labor and my leisure too,
For his civility
/…………………………………. /
Since then—‘tis Centuries—and yet
Feels shorter than the Day
I first surmised the Horses Heads
Were toward Eternity—
Hatice Ezgi Özçelik